10 Aralık 2011 Cumartesi

Gezentiler Azganlı'da


Haftanın sonu, yorgun düşen bedenlerimizin dinlenmek için sabırsızlıkla çektiği bir sondur. Gezentilerin güneş yüzlü olanı şöyle demişti bir gün "kötü hava yoktur, o havaya uygun giyisi vardır." işte o gün bu gündür, hava nasıl olursa olsun gezentiler mutlaka hafta sonlarını bir araya gelerek geçireceklerdi. Hamdiye ve Canan bir organizasyon yaptılar. Azganlı koyunu aklımıza Levent ile Ümit düşürdü. " Gidelim be abi, çok güzel bir yer, beğenmezseniz döneriz" dedi ve bir çırpıda Azganlı'da sucuk mangal yapmaya dönüştü iş. Sabah kahvaltısı yapmak için evden domates, ekmek, peynir zeytin çıkınımza doldu. Çaylarımızı demleyip termosa koyduk. ve düştük yola.

Azganlı'ya geldiğimizde Deniz ve Hamdiye oturmuşlar denizin keyfini çıkarıyorlardı. Bir birimize hoş geldin dedik ve arabanın bagajından eşyalarımızı çıkardık. Mangal yakmaya Levent ve ben gönüllü olduk, ateşi zar zor olsa da yaktık. Çekirge sürüsü misali üşüştük kahvaltı sofrasına. Mangalda pişen sucuğun kokusu dört bir yana yayılmış  olmalıydıki, kediler miyavlayarak doluşmaya başladılar. Göz kırası diyerek birer parça attık onlara ve hızla tükettik yiyecekleri. karnımızı doyurmanın keyfi ile "gerinip duruken" napıp durun" diyen Levent'e hadi voleybol oynayalım dedim ve karnını doyuran Gezentiler bir bir katıldılar oyuna. küçük Deniz ve Çınar ortada sıçan misali bağırıp durdular "bana da at topu babaaa"...
Yeterince oynadıktan sonra etrafı keşfe çıktık. Çok güzel bir deniz, yeşilin bin bir tonu. Kıyılar muhteşem. Kopan adaya doğru ilerliyoruz. Ana karadan bir kaç metre ötede bir başına kalmış bize bakıp duruyor. Ama ne o bize yabancı ne biz ona. Bir çırpıda iniyoruz leventle Kopan adaya doğru. Levent herzamanki gibi kara gözlü davranıp yürüyerek geçelimmm deniz çok güzel dese de SOLDUYUM bana etme eyleme diyor. Deniz yukarıdan denklanşöre basıp anı ölümsüzleştiriyor. Biz "konkestator" havalarında kayanın üzerinde pozdan poza giriyoruz.... gurubun diğer yarısını da alıp, keşfettiğimiz, feth ettiğimiz kopan adaya yeniden geliyoruz. Cümbür cemaat mutlu huzurluyuz. hava sıcak.Biliyoruz Van'da donanlar, soğuktan ölenler var, içimiz burkulsa da  yaşamın kenisi bu değil mi. Van'dan gelen deprem zedeler datçayı görünce "cennetten bir parça" diyorlar. onlar Turaşta misafir kalırken hiç olmazsa bir parçamız onlarla bir likte donuyor, bir parçamız onlarla birlikte ısınıyor.











Gezentiler, insanların insanca sağlıklı mutlu sıcak bir dünya da kardeşçe yaşamasını diliyor ve inanıyorlar ki BİR BAŞKA DÜNYA MÜMKÜNDÜR. Yeter ki paylaşmasını becerelim.

13 Kasım 2011 Pazar

GEZENTİLER MANDALYA KOYUNDA HAMSİ KEYFİ YAPIYOR

Gün ve güneşin cömert olduğu bu peninsula, can babanın dediği gibi, "Yunan'dan kalma bir tazı, Denizin içine kıvrılmış yatıyor güneşte, bu güzelim yarımada."  Güneş her koyakla, her bükle ayrı oynaşıyordu. Biz her daim güneşin bu cümbüşünden maksimum faydalanmak için yine sokaktayız. Gezenti olmanın doğasından mıdır yoksa ruhumuzun cingenliğinden midir bilinmez, müziği duyan çengiler gibi daha güneşin yenice ısıttığı parkta bulduk kendimizi. Yine Melisadayız ve denizden esen yele sırtımızı verirken, yüzümüzü güneşe çevirdik. Çınar ipini koparmış buzaga gibi daldı parkın içine tozu dumana katarak. O kaydıraktan kayıp bu salıncaktan sallandıktan sonra, kendine arkadaş bulup oyuna daldı. Denizler- yalın deniz- ve Hamdiye hiç solmayan gülümsemeleriyle günaydınladılar bizleri. Ve işte şimdi "voltran" olmuştuk. 


Ve Gezentiler yeni plan yapmaya başladılar. Hamdiye ve Canan hamsi alıp mandalya koyunda denizin kenarında yemeyi  önerdi. Deniz ve ben limanda balıkçı teknelerini bekleyen tekirler gibi yalandık bir an. Güzel fikirdi, Gezentilere yeni bir çift daha eklenecekti bu sefer. Fırat, İpek ve bebecikleri Hazal. Bir çırpıda iş bölümü yapıldı. balıkları Hamdiye ve Deniz elbette onların yanında  küçük Yalın Deniz ve Çınarcık. Ben Canan ile yola koyulurken. Fırat İpek ve Hazal ekmek su almaya gittiler. Yola düzüldük. Kargı koyuna tepeden baktığımızda bu manzara hep muhteşemdir. Deniz üzerinde güneşin oynaşması, sanki gümişi paraların saçılması sonucunda balkıyan ışık yansımaları muhteşem. Deniz kıyıya doğru yeşilin ve mavinin bütün tonlarıyla oynaşıyor. Muhteşem görüntü bizi kendisine çekiyor adeta sirenlerle karşılaşmış denizciler gibi hesapsız plansız denize doğru akıyoruz. Denizin kenarı muhteşem, hava çok sıcak. büyük Deniz elbiselerini fora edip adaşıyla kucaklaşmak için dalıyor suya. Biz hamsileri pay ederken kediler gibi balıkları yemeye koyulduk. Çınar soluksuz lüpletirken balıkları küçük Yalın biraz nazlandı, oysa taştan yumuşak her şeyi yerdi. hep birlikte üleştik masamızdaki her şeyi. paylaşmak esastı ve hiç kimse bir diğerinin lokmasını saymıyordu. 


Bir başka dünya mümkün müdür Fikret ağbey?" diye soran Fırat'a , yeter ki hamsi bol olsun derken gülüyordum. Güneş Kargının tepelerini aşmak üzereyken. biz etrafı toparladık, masrfı bölüştük. ve Hamdiye  ve Deniz'in evine çay içmeye gittik. Gezentiler bir hafta sonunu daha güzel yaşamışlardı.  Gezentiler şuna inanıyordu. HAYATIN ÜZERİNE YAŞAMSAL İZDÜŞÜMLERİNİ BIRAKANLAR YALNIZCA  PAYLAŞMAYI BECERENLER VE BİR BAŞKA DÜNYANIN VAR OLDUĞUNA İNANANLARDIR. CÜRET YOKSA HAYAT DA YOKTUR. 










fiko

5 Kasım 2011 Cumartesi

GEZENTİLER AKTUR'DA


Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma..
kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de..


unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez.
...yolcuya bakıp, yolunu tanıma.
yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver.
vahim olan, yolun yolcusuz olması değil;
asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır;
yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal…

en doğru yol: en dikensiz yoldur diyenler seni aldatıyorlar.
onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır.
aldırma.
ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir.
dikenine katlanmaktan söz edenler, aşıkmış gibi davrananlardır.
gerçek aşık olanlarsa, dikenini de sever.

dostum, yollar yürümek içindir.
fakat, şu gerçeği de hiç unutma:
yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir."

cibran

Çıkılan yol, yolcuların düşlerini süslemiştir hep. yolcu ve düşü yol boyunca bir  birini sarmalayarak ilerler. Bizim de düşlerimizi süsleyen şey bir gün şehirler arası bisiklet sürmekti. Yolun çetinliği, yolcuların bir çoğunu daha ilk yokuşta vazgeçirmeye yetiyordu. İşte böylesi günlerde Biz Gezentiler bir gezi düşmeye koyulduk. Marmaris'e pedal basamasak da ilk nefeslenecek mirengi noktası olarak düşünülen Aktur'u hedeflemiştik. 
Daha sabahın mahmur güneşi, Datça nın dağlarını aşmamıştı ki biz eski yel değirmenlerinde bayrak göstermiştik. Deniz yeni aldığı bisikletinin pedallarına yüklendikçe köroğlunun küheylanı misali  duruşa sahip karaşimşek bisikleti şahlanıyordu. Ben ise hala yeldeğirmenlerine doğru "yolu yok Donkişot'um bu kavga verilecek" diye bağırıyordum. benim süt beyazı dulsina corratec im ve Deniz'in karaşimşeğinin lastikleri yolda su gibi akarken değirmenler arkamızdan el sallıyordu.

Bir nefeste aldığımız yollar akıp geçti, soluk soluğa Karaincir'e vardığımızda vucudumuz daha yeni ısınmaya başlamıştı. yoldaki kahavehaneye uğrayıp sıcacık bir çay içip soluklandık. Kahveci amcamız havanın bozuk olduğunu yağmur yağacağını söyledi geri dönseniz iyi olur dese de biz onunla vedalaşıp APOLLON tapınağının eteklerinden emecik yokuşuna sarmaya başladık. Pedallarımızın altında boyun eğen emecik yokuşu bizi saygıyla uğurladı. bir hışımla gelip geçmiştik Emecik köyünü ve hızla akıyorduk Aktura doğru. İnişleri ve çıkışlarıyla 30 km'lik yolun sonuna geldiğimizde denizin iyot kokusu burnuma çalınmaya başlamıştı. kapıdaki güvenliğe selam çakıp dalıyoruz Aktura. Denize ulaştığımızda çıkınımdaki narları mandalinaları içediyoruz beş dakikada.  Bizi yol boyunca takip eden kara bulutlar ıslatamamıştı göz yaşlarıyla henüz bizi ve posedion daha köpürtmemişti yatağını. ufukta onun nefesiyle gelen bulutlar ufak ufak ıslatmaya başaldı bizi. Akturda bir kafede birer çay daha içip dönüş için hemen yola çıktık. 

Daha ilk pedalda yağmur yüzümüzü yalamaya başlamıştı ve ilk yokuşta hızını arttıran yağmur altında ilerliyorduk. Muhteşem bir yoldu, zorlu bir yoldu. Hızımız ve görüş alanımız daralsa da muhteşem bir keyif alıyorduk. Islak yüzlerimizde tebessüm eksik değildi. İlk gördüğümüz marketten deniz bir kaç bar çikolata aldı ve elbise değiştik. Kolay gelsin dediğimiz bakkalcı kız gülerek "size de kolay gelsin" dedi.  Yolun güzelliği yeni başlamıştı yağmur dinmiş gök yere kavuşmuştu ve bulutlar dağılınca aydınlık kaplamıştı Datça'yı. Eve geldiğimizde yorgun ve ıslak olsak da muhteşem bir 60 km hazzını  yaşıyorduk. Bu GEZENTİLERİN ilk uzun gezisiydi. 


Fikret

GEZENTİLER DENİZDE, UŞAKLILAR SAHİLİ

Apolon güneşten arabasını, Alavaranın ardından aşırıp Göğün doğu kapısından geçirmiş, Datça'ya doğru sürmeye başlamıştı, gökyüzündeki yıldızlar bir bir silinmiş ve gül parmaklı Eos o mahçup gülümsemesiyle penceremizden içeri sızmaya başlamıştı.. Güneş ve Apollon bulutlarla döşenmiş göğün aynasında kızıl haraler çizerek dünyayı ısıtıp ve ışıtıyordu. Penceremizin perdesinden sızan ışığın davetine uyup kalktığımızda  yeni bir gezinin heyecanıyla doluyduk. 


Sabah çayını demleyip, yanımıza kahvaltılık bir şeyler almıştı ki Deniz kapımızda belirdi. Cananı ve bisikletini, Çınar'ı da alarak yolculuğun başlama noktası olan evlerine götürdü. Bir nefeste yolun yarısını aldım, eve vardığımda Hamdiye kocaman gözleriyle ve kocaman gülümsemesiyle karşıladı beni. Sabah kavaltısını hazırlamıştı. Gezentiler masadan kalktığında masada kırıntılar kalmıştı. Cemil, Deniz  ve ben bisikletlerin kontorlunu yaptık, yola çıkmaya hazırdık.



Çocuklar Denizyalın ve Çınar kasklarını takmış bizleri bir an önce yola çıkarmanın çabası içindeydi. Gülen yüzler ve neşeli sözcüklerle başlayan yolculuğumuz keyif içinde devam ederken, çocukların bizi yarıştırmaya kalkması "hadi baba geç onları" diye Çınar'ın beni popomdan ittirmesi arkadaşları güldürüyordu. Denizliler sitesine kadar asvalt olan güzergahımızda gezentilerde bir yorgunluk belirtisi yoktu. Hamdiye karnında küçük bebeciği olmasına rağmen gruptan hiç kopmadı.






 Domates tarlalarının yanından geçtiğimizde tarladan gelen zehir kokusu genzimizi yakarken, ülkemizde genetiği değiştirilen ve hibrit tohumlarca yok edilen domateslere özlemimizi yad ettik. Her şey hormonlanmıştı ve doğa kirletilmişti. Denizin kenarından ilerleyen patika muhteşem bir manzara sunuyordu bize.



 Biz datçada yaşayan mutlu bir azınlıktık. ki yaşamın anlamını çözmüştük. Gördüğümüz her güzel yer de zamanın tanıklığını yapıyor, hayattan bir an çalıyorduk ve "geçmesin bu an" diyorduk. güle oynaya süren yolculuğumuz Uşaklılar sitesinin sahilinde son buldu.



 Bisikletlerimizi deniz kenarına bıraktık. getirdiğimiz meyvaları yedik. biraz dinlendikten sonra Cemil ve Deniz mavi suyun davetine icabet ettiler. suyun içinde su balesi yapıp bizi güldürdüler. Yalın Deniz ve Çınar sahilde kumdan kaleler yapıp su attılar birbirlerine.  çocuk olmak güzel şey diyordum onları izlerken, mutlu ve kirlenmemiş bir geleceği hak ediyordular bütün çocuklar gibi. Ve bizim çabamız daha yaşanası bir düya bırakmaktı onlara. Gezentiler olarak çok güzel bir hafta sonu geçirmiştik... 


Fikret